Deniz gerek bazen , mum alevine sinmiş kokusu , kuma doymayan deniz gerek… simsiyah bir gecenin karanfile çalan dokunuşuyla uyanmalı denize doğru. Yarım bir tebessümün rüzgarına kapılmalı ve denizin uğultusu sonsuza dek kalmalı , hislerin hiç varolmamış kelimelerinde.
Instagram: onuryaziyorcom
-
Mavisi yeşile çalmış çimlere karışıyor papatyaların kokusu. Bu aralar böyle betimliyorum artık, aşkın doğa ile kavuşma anlarını…Hafif ağlamaklı ama içimde bir sevinç saklı.Parmak uçlarım kanarcasına, göz bebeklerimden aynalara yansıyan gülleri toplamak istiyorum.Toprağa karışıyor damarlarım,savunamıyorum duygularımı artık.Her ne olduysa, her şey ama her şey güneşin gülüşünde iz bırakacaktı.
-
Her şey ruha dönüşebilir,
uzandığımız kelimeler,
dudak uçlarımızı değdirdiğimiz her şey,
ölüm sadece tenin yok oluşu,
bilin istedim,
ruh yeni bir yola çıkıyor.Zincirlerle hapsolan gerçekliği
gün yüzüne çıkarmaktı niyetim.
Yalnızlığıma bir doğuş yazdım,
ama karşıma o çıktı,
ve son sözü o söyledi ,
ömrüme dokunan, hayalime sızan o kadın.Aşk…
Cahit Sıtkı’nın söylediği yaşı çoktan geçtik,
ama ölmeden önce de yaşayabiliyormuşuz
sonsuzluğu.Her şey ruha dönüşebilir,
şairlerin savaşıyla,
bir nefesle gerçekliğe kavuşsam da,
şiirlerimi ağlatsam da…
meğer ben,
ölümden sonrasını yazıyormuşum aslında. -
Karanlığı savuyorum içime, gökkuşağından salınan geçmişimiz dokunuyor bedenimize. Tertemiz bir gün ışığı doluyor ruhumuza.Dalga sesinden uyandık sabaha…Can yetmiyordu soluduklarımıza. Maviyi düşündüm son kez, öldürmüyor, yaşatıyordu aslında….
-
Sessizliğin sonuna ekliyorum
yarım kalmış düşlerimi.
Parmak uçlarım kanıyor yazmaktan ,
belli ki yine bir savaşın kalıntısıyım.
Kılıç çiçeğini görüyorum,
dimdik ayakta o da.
Ruhumu teselli edemiyorum,
kelimeler kayboluyor içimde.
Kemanlar puslu bir nehre doğru çalıyor,
yeşilin sisli hüznü
sarmalıyor beni usulca.
Ve ben,
sessizliğin sonuna iliştiriyorum son nefesimi.Yorgunum…
ama başardım. -
Geceyi talan eden hüznün gözyaşları akmıştı mavi duvarlara.
Yüreğimin yankıları, simsiyah mürekkebime kanla karışmıştı.
Yorulmuştu denizin dalgaları, şairlerin dizelerindeki ölüler taşınıyordu rüzgârla.
Sessizlik, kelimelerden daha gürültülüydü artık.
Gözlerim göğe çevrildi ve o anda anladım,
zafer bizim elimizde değil, bizi yazan kudretle kazanılacaktı.
Annemin sesi geldi aklıma, okuduğu Tevbe suresi, on dördüncü ayet, haklıydı…
Şairler, biz artık birer kalemden ibaret değiliz.
Cümlelerimizden ışık sızıyor ve o ışık karanlığın sonuna kadar işliyor.
Ben kalemimi toprağa diktim, bir sancak gibi.
Gökyüzü bizi alkışlamadı.
Yazdığımız her şiir yüreğimizde asılı kaldı.
Defterlerimiz eskidi, peçeteye yazılan şiirlerimiz buruşturulup atıldı.
Ama hiçbiri unutulmadı, hepsi ruhlara sığındı.
Ve biliyorum,
Tanrı sustuysa, biz kazandık.
Şimdi kaleminizi göğsünüze bastırın, rahatça uyuyun…
Duygu hâlâ var.
Biz hâlâ buradayız. -
Süslü duyguların çıplak kalmış sözcüklerini eliyorum yüreğimden.Kelimelere dönüşüyor ruhumda beliren yankılar, umut akıyor suskunluğumdan, hüznü yumuşak bir beşiğe yatırıyorum, çiçek açıyor kırılganlıklarım. Melankolinin toprağa gömdüklerini çıkarıyorum usulca.. Benden arta kalanları arıyorum.. Bulamıyorum. Ve sonra uyanıyorum öldüğüme değil , yaşadıklarıma seviniyorum..Şairler savaşa devam edin aranıza bende geliyorum…
-
Yağmurlar diniyordu bedenime doğru, aşkın nefesi karışıyordu kokuma.Beyazın dingin ruhu hâlâ avuçlarımda,gün doğumunun izini rüyalarımıza hapsediyoruz usul usul. Ve günlerin son demine sığındık,ayak uçlarımızda babannemin ördüğü patiklerin sıcaklığı…Toprak kokuyor ellerimiz, bir dua gibi sessizce.Mutlu muyuz şimdi? Aşkın gölgesinde belki…Belki de sonsuzluğa tutunan bir anın içindeyiz. Beni ondan mahrum bırakma ya Rab, şimdi bir klarnet taksimi lazım bana.Uyuyayım, aşkın nefesine doğru.
-
Soluğumu dayadım mavinin son çığlığına.Mermi isabet etmiş yüreğimden çıkıyor çığlıklar.Şiirlerime doğru ufalanıyorum, biraz biraz…Sıcak denizlere masumca takılıyor gözüm,
hissedemiyorum artık, nefesim kesiliyor.Uzun bir yolun körlüğündeyim şimdi. Hani üstat ne demişti, “Gemliğe doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma.” Benim gördüğüm o deniz değil ,gördüğüm, tüm denizlerin maviliğine isyan aslında. Lore Lamek bir gün onu çizdiğinde, karışacağım o maviliğe, kavuşuyor olacağım…Elveda. -
Gözlerimin gördüğü en uzun yerde bitiyor, karanlıktan salınmış gölgelerin hazin sessizliği.Başladığı yerde sönüyor rüzgârın uğultu kokan nefesi. Yağmurlara baş kaldırdım artık
gökkuşağını göstermesinler diye.Bulutların arasından ölüdenize sıyrılıyorum yine, benim ben diyecekken, yıldızların akşam hüzmesine kapılmış, mavi duvarına vuruyorum kendimi. -
Gecenin yoksun bakışlı kayboluşlarından çıkan huzurun demine vuruyorum kendimi, gökkuşağı ile yağmur arasında kaldım yüreğime doğru yutkundum bir an , kumların arasına süzüldüm gün batıyordu, bulutlara küfrettim , dağın uçuruma bakan noktasındayım şimdi… Şelalenin akışıyla seyrediyorum artık kendimi… Neydi beni oradan atan neydi benim huzurumda kaybolan… Neydi şiirime meydan okuyan…
-
Aslında sessizce başladı her şey.
Sudaki kırılganlıkları saymazsak,
ince bir nota eşliğinde deniz köpüğüne doğru kayıyordu varlığımız;
küfür dolu bir hüzmenin içine sokuluyordu.Ay ışığından çıkmış karanlıklara itiliyordu bizden kalan gölgeler.
Bir an, yağmurla geldi aklıma;
gözyaşlarını tutamayan çocukların kirlenmiş,
ama bir o kadar da tertemiz yüzü…Ve birileri, yarım bir tebessümle
buket buket papatyaları sokaklara fırlatıyordu.
Kumların doğallığına bırakılıyordu son sözlerimiz,
bir yudum suyla kayboluyordu kadehler.Ateşin kızıllığına büründü tıkanmış geçmişimiz.
Cümlelere elveda deniyordu;
dokunduğumuz hayaller puslu bir ateşe atılıyordu.Ne ruh kalmıştı, ne de aidiyet.
Şiir kitapları bir bir yakılıyordu
alaycı kahkahalarla birlikte.Kelimeler artık utançla titriyordu insanların dilinde.
Çirkin bakışlıların esprilerine konu oluyordu yazdıklarımız.Hayır… böyle olmamalı!
Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl, Nazım Hikmet,
Oktay Rıfat, Edip Cansever, Cemal Süreya, Nilgün Marmara,
Orhan Veli, Ahmet Arif, Attila İlhan, Turgut Uyar, Ece Ayhan
ve tarihe dokunmuş tüm şairler…Kaleminizi alın.
Savaş başlıyor.Şimdi.
-
Ruhun kalbe kavuştuğu zaman anlıyorsun , geçmişe haykırdığın tüm hayal kırıklıklarını , şömine koru gibi çökecek içine ve sana fısıldayan her hecen söylediğin her cümle. Korkularındandır aslında cesaretin, asaletindendir suskunluğun, yokluğundandır tüm yaşadıkların, var ol artık… Ve sessiz bir uyanış başlar, kalbinin küllerinden doğar ilk nefesin,sessizlik bir dua olur içinde , sesin yeniden anlam kazanır rüzgarın uğultusuyla, ruhun kalbe kavuştuğu zamanı anlıyorsun artık…
-
Bir türlü var edemediğimiz dokunuşlarda saklı,umudumuzun travmasına sığınan aşktan kalma izler…Denizin kumsala vurmuş dalga seslerinde arıyoruz kendimizi, umarsız.Bomboş sokakların gün doğumuna uyanmak istiyoruz,sabahçı kahvelerindeki çaresizler gibi.Aşktan kalma solgunluklarla doluyor bedenimiz,bazen o sihirli dokunuşu bekliyoruz, travmanın mavi duvara vurmuş ışığında…
-
Soluğumu kesen nefesi arıyorum güneşin dolgun bakışlarına müspet bir tebessümle karışık solgunlukla…Kenardan doğuyor gün batımı diyorlar, galiba kıyamet senaryosu hazırlıyorum… Yağmur göz bebeklerimize vurdukça alçalıyor kısa hüzmeli bulutlar… Seni orada gökkuşağında tanımlıyorum. Aşkı unutuyorum bir ara… Sadeliğin verdiği kıvamla… Yağ yüzüme doğru yağmur, istemsizce dokun damarlarıma..Denize kalsın sana son dokunuşum, işle bana yağmur, sonunda aşktan kalma dimdik çıkayım karşına…
-
Yalnızlığın içinden konuşuyorum , kahrolmuş denizin dibinden yağmurları süzüyorum , ağzımdan çıkan belli belirsiz kırılganlıkların çıplak hali ile beraber kırık parkelere resmediyorum hecelerimi, ruhumuza işlenmiş satırlarda yaşıyorum o son dokunuşları…Yalnızlığın içinden konuşuyorum,artık daha sessiz…Sakın gelmeyin.
-
Duvarları hüznün çaresiz geçmişiyle boyayan eller yok artık.Denizin kumla karışık kokusu boğazıma düğümleniyor, ciğerlerime bir nefeste çekiyorum.Lore Lamek’in derine çöken fırça izleri gibi hatıralar doluyor aklıma. Karanlığı sayıklıyorum. Yağmurun uğultusunu nicedir özlüyorum.Dinliyorum. Hayatımı mı? Hayır. Ne zamana kadar saklayacağımı bilmediğim yüreğimi dinliyorum. Duvarları unutun, onlar hiç boyanmamıştı aslında.
-
Bir türküye sığınıyor rüzgârın uğultusu, kelimeler de orada saklanıyor. Acı uğultular yaklaşıyor mey sesine,meydan okurcasına…O iki keklik hiç yazılmayacak mı?Bir gül için bülbül giydiği sırları söylemeyecek mi?Âşık Yaşar Reyhanî unutulacak mı? Türkü uzun, aşk uzun, acı uzun…gözyaşı kısa. Sarhoş ayakkabı boyacısının dediği gibi: ölüm de var, ömür de var ve yaşamak da var…
-
Bir cümlenin içine ne kadar his saklayabilirsiniz ki?Tek bir hecenin bile anlamına şükrettiği kelimeleri getirin bana.Yasemin kokulu duvarlarda birikti art niyetlerimiz,hüznün çökmesine az kalmıştı, en son sardığımız yükte.Minnet ettiğimiz cümleleri dizin karşıma,varoluşuna hükmettiğimiz heceler,bir gün suskunluğun içine gömülecek.Belki bir çuvala sığacak bütün art niyetlerimiz,belki de bir ışık kırıntısı,çuvalın iplerini çözüp göğe salıverecek kelimelerimizi.
-
Ateşle dalgalanan ışıkların ilk pençesine kuruluyor, damarlarımdan sarkan bıçak rengi kıvamında ki gün ışığı.Gecenin adını fısıldayan bir ruh var kalbimin son nefesinde…Közün gölgesine sığınır gibi saklanıyor balon balıkları, iskele sessizce gömülüyor dalgaların kucağına seni düşündükçe.Kumlara saygı duymalı insan çünkü ayak izleri sonsuza dek kalmaz, peki sen, o kahrolmuş denizin dibinde beni kaç kere düşündün ki?
-
Nefes kendini veriyordu akşamüstlerinde.Acının boğuk silüetinde, denizin buğulu kokusuna aldanan ateşler yükseliyordu.Yunus Emre’nin soluğu hâlâ genzimizi kurutuyor,Mimar Sinan’ın gözyaşı kalemi Selimiye’nin kubbesinde titriyordu.Orhan Veli, İstanbul’u dinlerken hiç karanlıkta kalmamıştı.Yahya Kemal’in hayali o yeşilimtrak tepeye hiç çıkmamış olsa da,biz karanlığın içinden yayılan fısıltıları duyduk.Fatih’in gemileri hâlâ karadan yürüyordu içimizde.Kanuni’nin Zigetvar’da verdiği son nefes,bizim damarlarımızda çınlayan bir ateşe dönüşüyordu.Bizler, türküleri yaşatan Atanın evlatlarıyız.Bizim nefesimizdir bu topraklarda yankılanan.Bizim nefesimizdir, geçmişin acısından, denizin buğusundan,içimizdeki sönmeyen ateşten doğan. Ve evet, birileri hâlâ nefes alıyor:
Biz… -
Gün gelecek ruhumu asacağım duvara, yelpazelerde birikmiş tozlar savuracak cümlelerimi gün ışığına, meydan okurcasına karanlığın izini süreceğim ve aydınlığa kavuşacak tüm hayallerim…
-
Gümüş rengi gözyaşlarının tüm uğultusunu damarlarımda sakladım, ateşe verdim dumanı , bulutlar istediğim renge boyandı aslında, gece asla kararmadı yüreğimde ve hala senin yokluğunun katili var içimde.
-
Karanlığın sabrını tüketen aydınlığa dek, gülümsedi begonvilin kokusuna kapılan ruh. Melodi kılıklı düşler, suyun güzelliğine hayran kaldı, ince kırmızı, masum yüzlü bir geçmiş,
kaybolmaktan korkarak gölgelere sığındı. Gölgelerden süzülen eski dualar, henüz söylenmemiş kelimelerin omzuna dokundu. Suskun yıldızların haykırışı geceyi tek tek uyandırdı…
Söylemek istediği birşey vardı geçmişin, aslında o kendi yolunu arayan sadece bir şarkıydı… -
Canım yanıyor. Kör bir gün yüzüne savuruyorum geçmişimi. Denizlerin tuzunu çekiyorum içime, sisli ruhumu hapsediyorum dokunaklı filmlerin altyazılarına. Toprağa dokunduğum an, güz rengi kelebeklerin zehri çöküyor kanıma. Sonbahar çiğdemi sarmış gözlerimi ve ağlatmaya kıyamıyorlar beni.Ama ağlayamayan sadece gözlerim mi? Aşk…canım yanıyor.
-
Hüznün yağmura sığındığı anı hatırlıyorum, bulutların el vermediği acıyı, toprağın yoksunluğunu da…Senden bihaber olmuş yaşanan tüm hüküm kılmaz dokunuşlar. Senin olmadığın bir ağacın gölgesine sığınmış hayallerim. Ve artık küçük bir kelebeğin gözleri ile bakıyorum rengi kaybolmuş yüzüne…Yanarak içten içe, kendi külleriyle beslenen bir gün doğumuna….Umutla.
-
En çok o son bakışın dudak büken acısı koyar aşka..Adı da hoşçakaldır, ne masumanedir ne de gülümsetir o hain kelime insanı… En çok ne ağlatır insanı bilirsin… Son söz ve belki de o son dokunuş ve sarılma… Yürek burkar ayrılık cümleleri..Nefesini ondan aldığını hatırlarsın, hatırladıkça kanayan yaranı da alırsın göz yaşlarının arasına. Sonra güldüğünde dudak kenarında beliren çizgileri saklamaya başlarsın.Yüreğinin dayanamadığı anda, o boş sandalyeye bakıp sessizliğin sesine, o gecenin sabahına, ömrünün son yolculuğuna doğru içten içten dokunur ve yokluğuna kadar ağlarsın…
-
Gözlerim, karanlık kokulu bir ışık hüzmesinin gölgesine sığınmış. Ya gördüklerim, krem rengi delik bir çuvalın içinde asılı kalmış. Ya nefesim , uçurumun ucunda saklıyor içine çektiği acımsı kehribar dokulu çığlıkları…Ve ellerim…hiç tutmadığı bir anının soğuk izlerini taşıyor, parmak uçlarımda. Dilimde, yarım bırakılmış duaların pası, adını unuttuğum her harf,boğazıma düğümlenmiş bir sessizliğin asıl mısrası…Yağmur bile utanmışken yağmaya, gözlerim ışığın karanlığına gömülüyor , bu ne demek biliyor musun, naciz ruhumun bedenime olan özleminin son yankısı…
-
Acının huzura kavuştuğu anda,fesleğen kokulu ruhum veda dolu bedenime sığınıyor. Anısız kalan son bakışımı, çatlamış mor bir sandalyeye feda ediyorum. Tahta çerçeveli bir pencerenin kenarında sekiz yaşında kaybettiğim peluş oyuncağımı arıyorum, yırtık ve lekeli mektuplarımı okuyarak. Terk edilmiş bir sokak gibi ıssızım aslında, ninniye muhtaç bir bebek gibi masum.Ve ben, tüm duaların kaybolmuş hâliyim. Yanlışlıkla yazdığım bir masalda..
-
Umudundan kurtulup karanlığa düşmüşsün ve kor alevinden sıyrılmış, denizde beklemiş gözlerin…Taze kurulanmış yüreğinle, sessizlik olmuş kum kokulu bedenin… Kendi suskunluğunu yırtan bir çığlıkla,göğe savurmuşsun küllerini,ne deniz susturabilmiş ne de karanlık saklayabilmiş avaz avaz haykıran düşlerini..Geceye bıraktığın kalbin, adım adım dalgaların uğultusu ile gizledi seni…Gölgelerle konuşur oldun artık , kimse bilmiyorsa şiir biliyor sesini…
-
Geceyi hatırladım, gün batımıyla karışan kokunun verdiği huzurla. Ve vazgeçtiklerimi kelebekler çoktan bırakmıştı gözlerine aslında.Yosunlu meşe palamutları sardı dizlerimin gölgesini, kör bir bıçağın uğultusuna sığınıyorum. Gökyüzünün çaldığı sözlerime, ibadet edercesine haykırıyorum…Evet geceyi hatırladım yine, ama bu kez güneşe doğru olan hüznüm, yeni doğmuş bir bebeğin göz yaşlarına gömüldü…Sessizce…
-
Seni sevmek kolay değil,çünkü her hatıran zincir,her gülüşün boynumda bir ilmik gibi. Yoruluyorum! Zaman, tembelliğiyle zehir kusuyor damarlarıma ve ben hâlâ senden af dilermiş gibi yaşıyorum. Seni sevmek kolay değil, çünkü sen göçüp giden bir mevsim, ben ise çürüyen bir ağacın kökü… Artık anılarınla kavga ediyorum, yastığıma vuran gün ışığı ile değil, gecelerime kan kusuyorum,sebebini sende arıyorum. Seni sevmek kolay değil, çünkü sevmek yetmiyor bazen. Ve ben sana isyan ederek, belki de ilk kez gerçekten seni seviyorum.
-
Yarım kalmış bir mevsimin kıyısında, dans ediyor kalbime kurulu hayaller, suskun bir saat kulesinin içine hapsolmuş akreple yelkovanım…Savrulmuşluğun ortasında tek başımayım. Artık rüzgar nereden eserse essin, hisleri kaybolmuş bir alevin ortasına doğru sıçrayan, sessizliğe hapsolmuş, aynı tonda çalınmayan eksik bir notayım…Ve konuşmaya başladığım an da korkuyorum susmaya…Haykırmaya kıyamadığım tüm kelimelerimi emanet ediyorum sana…
-
Sözün vakte ulaşmadığı yerdeyim şimdi, hüzün dolu kahverengi bakışların arta kalanıyım, kadehlerin kırıldığı geceye değil ihanetim, en büyük haykırışımdır senden kalma buğu kokan sözcüklerim..
-
Hüznün rengine bulanmış geçmişimden kalma sol yanım, karanlığın umudu sanmışım duvarlarda asılı kalmış sen kokan resimleri, mavimtrak karlara karışmış bedenim, yoksunluğumu gün doğumuna emanet ediyorum , ölüdenizin kumlarına gömülürken hayal ediyorum seni…Artık hüznün rengi biziz, yosunlu bulutlara göz kırpmışken, rüzgarın o titreyerek verdiği sese kulak vermeli, üşümemecesine…
-
Yorgun bir ruhun lodosuna emanet ediyorum kendimi,sözcüklerim paslanmış bir ışık hüzmesi,
turuncuya boyanmış bir karanlığa karışıyorum ,unutulmuş gölgelerin gecesini selamlıyorum…
Ve kalbim, hakim ol artık hüznüne , gözyaşlarına…Direnemiyorum.İçimde aşk,içimde oğlum, içimde yarım kalmış bir bütün ben… -
Rengi solmamış bir sesin, sisli yoksunluğu ile uyanıyorum. Gün doğumuna az kalmış, çok az kalmış geceye rehber edinen karanlığı doyurmaya…Zaman, aynı sabah kaç kez başlatılabilir ki? Kırık bir plak gibi dönüyor kalbim, aynı zamanın etrafında…Gün doğuyor usulca, biraz daha dolduruyor seni içime, hiç susmamacasına…
-
Biraz gölgede kurusun sözcükler, zamanın hücreleri biribirinden ayrılırken…Anılarınızı saklayın gözbebeklerinizin ucunda,solmasın ama çoğalmasın da. Dipsiz bir kuyunun ince urganına sarılmayın, çünkü bazı süzülüşler dua gibi sessizdir ve bazı dualar gözyaşlarınızı haykırır. Maviyi dinleyin, gördüğünüz her maviyi…Denizin kerameti, gökyüzünün nedameti ile konuşur size. Susarak anlatır bilakis. Ve siz…biraz eksilmişsinizdir aslında. Deniz feneri olmayan bir okyanusa inanın, çünkü kaybolmak korkusu bulunma umudunun ta kendisidir. Sözcüklerinize kulak verin, olduğu gibi davranın onlara. Bırakın… biraz gölgede kurusunlar…
-
Yeşil yosunlu bir denizin akşam kokan saatlerinde kestim kanatlarımı.Gözbebeklerimde parlayan yıldızlar, şimdi sönmüş mum fitili gibi titriyor.Çürümüş takvim yapraklarında arıyorum varlığımı.Ayaklarımda cennetin izleri yok artık, her insan gibi sonbahar zamanı,toprağa düşen kurumuş güneş rengi yapraklara basarak içimdeki sesleri anımsıyorum…Yıldızları bile susturan ben, şimdi şarkılardan kalan sessizlikle yaşıyorum..Hâlâ o eski gök parçasıyım, sadece artık ışık saçmıyorum.Ve şimdi…Sessiz bir kaldırım taşının kenarında oturuyorum, yüzümde yağmur, içimde küskünlük…İnsanoğuna kanatlarımdan akan damlalar kadar inanmıştım aslında. Dünyaya düşmüş bir meleğim ben, göğe geri dönemeyenlerden…
-
Yüreğimin ucuna asılı kaldı gece, gözlerim göremediğim anılara göz kırpıyor. Konuşurum sanıyordum ama suskunluğum dökülen gözyaşlarımdandır, her dizeyi fısıldadım sana..Korkunun hükmettiği her kelimeyi..Sana ait bir sessizliği soluyormuşum aslında….
-
Karanlıktan kalma bir ruhu üflüyorum kelimelerime, izin veriyorum gerçeklikle rüyalarımın arasında kalmış suskunluğuma,en tebessümlü yokluğunda yankılanıyor gün batımına küsmüş papatya kokuları ve ağaçların üzerine serpilmiş göz yaşı ağıtlarının yeşilimtrak yaprakları. Bir ruha emanet ediyorum kendimi, cenneti de cehennemi de benimle yaşayacak..
-
Gerçek bir aşkın ruhunu doğuran ve güne doymuş ızdırabın fotoğrafını çekebilir misin Korelyan? Acının hükmettiği bir dünyanın sonradan görme rüzgarına karşı koyabilir misiniz?
Keman sesi vurmuşken gözlerime, aşkı seyreden yüreğime dokunabilir misiniz? Belki de bir notaya sarılmış sitemimdir, gölgelerin bile terk ettiği bir öğle vaktinde. Ve gözlerimin ucunda, sessizce kırılan bir sevda durur. Çünkü bazen, bir bakışın yankısı tüm ömrü çınlatır. Suskunluğun en koyusunda, bir yağmur duası gibi akıyor içime o eski öpüş…Ve her damlası,
“keşke”nin kanayan bir hecesi gibi karışıyor gecenin kırılmış aynasına. Ey Korelyan…Bana, düşmüş bir yıldızın en son mırıltısını getir. Çünkü ben artık, bir tek aşkın sustuğu yerden
yeniden başlamayı biliyorum. -
Sen sevmezsin, keskin dokunuşlu cümleleri. Sevemezsin, un ufak olmuş bakışlardan arta kalan
hayallerle dolmuş gözlerin gerçekliğini…Mavimtrak bir ışığın buğusuna kapılıyor, fesleğen kokan ellerim. Ve babam geliyor yoklukla varlık arasında bir yerden…Dokunduğu an can veriyor semizotlarının düştüğü toprağa. Tek dokunuşuyla büyülüyor toprak ananın tel tel rüzgar kokan silüetini. Ve şimdi , acıya karşılık kalmamış bir yüreğin yüzüne doğru taşıp kalmış taşlarıyla doluyor bedenim. -
Yokluğunun sen kokan hüznü gözyaşlarıma dolanmış, kaldırım kenarlarına yansıyan şarkıların susmuş, alıntılara isabet eden okuduğun şiirler kendini kapamış, özgür ruhuna hitap eden her cevap karanlığa gömülmüş…Ve ben, adını unutmamaya yeminli bir akşamda, bir çiçek gibi açılmak isterken gözlerinin ucunda, soluyorum yokluğunu, usul usul, her nefeste…
-
Her şey bittiğinde, bu hayat senden özür dilemeli. Sabahın en derin karanlığında uyanıp, soğuğa bastığın adımlarla yola çıktığın için…
O otobüs kartının o karanlık, iğrenç sesiyle irkildiğin anları hatırla.
Ve zaman…Daha güzel yaşanabilecekken harcanan günlerin kırıklığı,
hâlâ bir deniz köpüğü gibi yakın kalbine. Yağmurda ıslandın.Kar, yüzüne çarptığında gözlerinden süzülen yaşlar sessizce yüreğine gömüldü.Eskidi ellerin.Belin yoruldu. Ruhun soldu, bedenin sustu.Ama sen…Hiçbir günah işlemedin yaşadıklarına dair. Her şey bittiğinde, bu hayat senden özür dilemeli. Çünkü sen, şiir gibi bir ömrü fazlasıyla hak ettin. -
Suskun soluk bir geçmişin arta kalanıyız. hüznün taa kendisiyiz aslında, ya karanlıkla boğuşmalarımız..Işık misali çöküyor ruhumuza.
-
Şehrin ışıltılı ve bir o kadar da buğulu ışıklarının arasından sigara koru ile ayrılırken , taç yapraklı çiçekleri almayı unuttuğum aklıma geliyor buruşuk kahvarengi giyimli su satan çocuğu gördüğümde..Eren Bülbül’ün hüzünlü bir o kadar da fedakar gözlerinin rengine benziyor bakışları … Omzuna sabah serinliği düşmüş gibi, yalınayak bir masalın kırık cümlelerini taşıyor ellerinde. Bir ekmek parasına değil, sarılmaya muhtaç aslında. Ama kimse görmüyor, çünkü şehir hep kendine bakıyor, kendine ağlıyor… “Bir çocuk daha eksilmese bu akşam” diye geçiriyorum içimden ama cümle tamamlanamadan, bir siren sesi daha bölüyor sessizliği. Gözlerim doluyor…Ve görüyorum ki, her gün biraz daha az insanız aslında…
-
İçin için ağlıyorsun ya, aslında gözyaşların, sihirli cümleler kuruyor yüreğinin en son dokunduğu yaraya..Ve Nazımın Vera’ya baktığı gibi bakamıyorsun aslında hayallerinin aşkına…
-
Gölge olmanın huzuru var içimde. Güneş rengine boyanmış, hafif ıslak bir ışık hüzmesi altında olmalı aradığım karanlık dokulu mutluluk.
Belki de, bir aşk olmalı o, gölgenin karanlığı terk ettiği yerde.. -
Denizin, hafif uğultulu ve kuma gömülmüş sesini bir serçenin hayallerinde koklayabilir misiniz?
Gecenin akşamına çıkmayan haykırışlarına engel olabilir misiniz?
Ay ışığı vurmuşken gözlerinizin içine, yolun simsiyah, ışıklı körlüğüne
engel olabilir misiniz? Gözyaşlarınızı içinize nasıl hapsediyorsanız,
hıçkırıklarınıza nasıl engel olamıyorsanız, aşk da öyledir…Hafif bir uğultuyla gelir, haykırışlarınıza engel olamazsınız. Ve içinizi sarar, avucunuza değen damlalar gibi…
-
Ürperiyorum, uzak bir aşkın boğuk nefesi dolanıyor saçının beyaz buklelerinde, sanki bir çığlık, susmayı ezberlemiş…
-
Kupkuru bir yalnızlığın ortasında, nilüfer gibi yeşeriyor ıslak kalmış hatıralarım. Bir piyano sesiyle büyüleniyor adeta çocukluğumun kıyamet dokunuşlu içi suskun sözcükleri. Hala hatırlamadın mı? Ben, senden kalan en son senim.
-
Karanlığın bir ucu, şeker tadında, fısıltılar dolanıyor gökyüzünün dalgın bakışlarında. Oysa cesurca hükmedilmişti aydınlığa. Ama şimdi…Acıyla karışan gözyaşları, boz renge bulanmış huzurun ruhunu yargılıyor. Yosunla örülmüş ilmeklerden, kurumuş bir güneşe doğru yavaşça çıkılmalı artık. Dolunay vakti geldiğinde, ay güllerle yıkanmalı, aslında karanlık da arınmalı. Ve sonra , belki de bir adım kaldı sonsuzluğa..
-
Geçmişten kalma ruhumuza, kalemi kırık bir bulut konuyor ,deniz kokulu gece genzime yapışıyor mısraların kıvrımıyla. Bir kadının gülüşüyle şiire çıkıyor o masum berraklık. Hazırsan vakti geldi. Haykıralım, kuralım artık kalbimizde ki satırlar dolusu en karanlık tebessümleri…
-
Aslında çok aykırıyız, ama arada ruhumuza dinletebiliyoruz düşlerimizi.Beynimizi buna kapamışız yoksunlukla .Yoksa yazardım:“Akıl penceresinden sıkılmış ruhların çaresizliğiyle övünen bedenimize, ay ışığı vurana kadar ‘Aşığım!’ diye korkusuzca nida atan o şarapçının, göz bebeklerini hapsederdim.” Biz, susmanın bile yankılandığı bir geceye şarkı söyleyenleriz.Aklı susturup ruhu konuşturanlardanız ve belki bu yüzden,en kırık suskunluğumuzdan doğan sessizliği bile alkış sayarız.
-
Gecenin paslı sayfaları kurumuş, ateşini öğütüyor toprağın ıssız kalmış kalbine, satırlar dolusu gözyaşı ıslaklığı birikiyor, suskunluğun saklı kalmış düşlerine…Boş defterlerin yazdığı, kurmaca dudak büken hayallerin ihanetiyiz biz.Mavi bir sığınağın huzurunda büyülenmiş, tüm gerçekliğini gri tonuna adamış ,boşlukla doluluk arasında kalmışlığın sustuğu yerdeyiz….
-
Bir umudun, deniz kokusundan kalma serinliğinde,alev koru tazeliğindeki düşüncelerimin içinden besleniyor yüreğim ve titreyen ellerimle, kaybedilen aşka dair her şeyi kabulleniyorum artık. Mağlubum… Affedin.
-
Bir aşk uğruna ruhuma feda ettiklerim geliyor aklıma, yarım tebessüm dolu hatıralar akıyor bedenimden, geçmişin ağlayan dudak uçları hala saklı kalmış dualarımda..Vazgeçmek değil aslında.”Uğruna seviyorum” derken, senden kalma yoksunluğumu kabulleniyorum ve kaybetme günü gelmiş artık zamana…
-
Ve artık tarifsiz ruhlar çağırıyor var olan bedenlerimizi.Yorgun ateşlerin bedenleriyiz biz artık.Aşılması güç hatıralar,boynu bükük bir yüreğe tutunuyor sessizce.Ey aşk!Kol kola yürüyelim mi,geçmişin bıraktığı izlere inat? Yoğuralım kendimizi yeniden,bir tebessüm gibi…Masumca.
-
Karanlığın ardı gerek bazen, serpilmiş kuru otlarla birlikte yeşeren çimlerin üzerine koyuvermeli batan güneşi. Hani boğazın düğüm düğüm olur ya, hain hain bakar gözlerin geçmişine,işte orada , tam orada, insanlığından çıkmışlığın aklına gelir, düzeltemezsin. Gururun, kibirin, art niyetin nasıl da tebessüm ediyor sana.. Karanlığın ardı gerek bazen,eğer yüreğin varsa, tüm yaşanmışlığa ve ömrüne adadıklarına elveda sözleri ile bak..Bak ki yeşersin içinde ki batan güneşin ışığında serpilmiş kuru çimler. Kendini hatırla.
-
Zamanın ucundayım, aşk…Diğer ucunda Derin Umut. Özlemek,bazen cezadır. Bazense sanata dönüşür kelimeler. Yetinmeyi öğrenen gözyaşlarıyla dolduruyorum içimi. Yaşıyorum. Susmuyorum. Acıtsa da,
yüreğimde katlanıyor haykıramadığım mısralar…Ve evet, özlüyorum. -
Ekose desenli bakışları bir karartıya dokunuyor, korkunun hükmettiği bir ışık hüzmesinden doluyor kalbi.Aslında beyaz bulanık bir muma üfleyeceğine rüzgara bırakmalı mezar kalıntılarından kalma, uğultulu yaşanmışlıklarını.
-
Aynalara inanmıştı insanlar, kendi gözbebeklerine değil. Ruhlarını serbest bırakmışlardı, düşüncenin tüm inancına karşı Dostoyevski okumaya çalışıyorladı, kimisi aynaların masumluğuna, kimisi aynalara bakarken doğrunun kendilerini cehenneme götüreceğini kabulleniyordu. İnanmıştı insanlar ama kendilerine değil, sahte yüzlerine bakarak masumluklarına..
-
Gözlerim konuşmaz oldu duvarlara, gri bir sandalye kaldı, sesi bile eski.. Yalnızlık, içi boş bir çay bardağı gibi hep orada, ama hiçbir şey taşımıyor artık. Geceyle pazarlık etmiyorum bu aralar, gelirse gelir, gelmezse içimden bir yıldız eksilir diyorum içimden. İnsan alışıyor en sonunda, kendi adımına bile yabancılaşmaya. Bir zamanlar kalabalıktım, içimde sen, dışımda dünya vardı. Şimdi suskun bir sokak lambası gibiyim. Biraz ışık, bolca titreme ve en sonunda yoksunluğundan kalma…
-
Şiirle yazılan bir geçmişin geç kalmış durağında bekliyor tüm unutulanlar,hatıraların, soğuk ve donuk bakışları arasında kayboluyor sevimli sandığın dokunuşlar,bulutların arkasına saklanıyor umutlar,karanlığın parçaları rüyalara sığınıyor Ve iki yüzlü bakışlardan sakınıyor geleceğin efendileri ,soğuğun yüzü vurmuşken gözlerimize, şiirle yazılan bir geçmişte hapsoluyor var olan dokunaklı tüm yazılar…
-
Sadi-i Şirazi, söyle tekrar tekrar, aşka uçarsan kanatların yanar derdin ya..Livaneli,güneşe hükmet yine göz yaşlarınla, bu benimki sevda değil de.Ahmet Arif, gitmek, gözlerinde sürgüne gitmek şiirini bir de ruhuna söyle.Özdemir Asaf,yalnızlık gerçekten paylaşılmaz mı , paylaşılsın , büyük şair.Turgut Uyar, hangi ölesiye sevda bekliyor diye sormuştun hani..Sizlere tek cevabım var, aşk ölümden kalma bir düş sadece…
-
Ateşe düşen yaprakların uğultusu ile uyanıyor güneş hakir gördüğü sabaha,kıpkızıl bir kundura boya kutusu taşıyor mavi gözlü çocuk,nasibini aramıyor kuytu berduş köşelerde,yutkunup , sahte bir gülümseme ile bakıyor yıkık dökük kaldırım taşlarına,düş sesi duyamıyor, arabadan işittiği bir şarkının en güzel nakaratına eşlik edebiliyor sadece çocuk…Gecenin beyazlığına bürünüyor boya kokan elleri akşam saatlerinde.Bir yaprak uğultusu ile güneşin hakir gördüğü ve büyümeyi unuttuğu sabaha tekrar uyanıyor çocuk.Aklına kazınmış hayalleri ile..
-
Bir denizin köpüğünde beliriyor sarımtrak karanlığın yoksunluğu, Kanlı bir meleğin patiğinde gülüyor , gözyaşları…Ve pespembe kesilmiş gecenin hüsranlığı ve bürünsün ruhlar, sonbaharın çilek kokan mısralarına.Ürpermiş bedenime doğru essin adı konulamamış rüzgarlar.Gündüzün uykusu kadar mavi gelinlikte saklanıyor aşk.Gecenin çilek kokan gözyaşları,rüzgarların maviliği ile bir meleğin bahşettiği deniz köpüğüyle gülüşünden geliyor AŞK..
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Gündüzün sarmaşık düşleri ve toprağın yeşile doymuşluğu üzerinde, özgür ve masumsun, incecik keskin bakışlarınla yüreğinde ki paslı zincirlerden kurtul, dört duvar olmaksızın yaşa, acınla değil, dimdik ol ruhunla kadın , bir şiire mısra ol , köleliğin günahlarından sıyrıl,senin güne her dokunuşunla hürriyet kokacak zafer göz yaşların , boynunu büktüğün anda, kör yüzler cesaretini almaya kalktığında, kağnı çeken ataların nasıl olsa yanında olacak kadın ..
-
-
-
-
Bazen , rüyanın sonu mutlu bitsin diye tekrar uyursun, bazen de bilmediğin bir hikayenin başrolünü oynarsın düşlerinde..Benim düşlerim de alabildiğine mavi..gökyüzünden , denizden çaldığın gözlerin kadar mavi..Uykularımda gece , rüyanın kendi mavi, sen sende kaybolduğumsun…uçağın kanadından gördüğün tüm mavilikler ömrünce seninle olsun..
-
-
-
-
-
-
-
Avuçlarımı terleten sıcaklığın ta içimde gözlerimin uzanabildiği bir gül’ün hanlığında,dilimin ucunda cümleler, haykıramıyorum hülasa,bıçağın en keskin zamanı, yağmurlara inat güzelliğini benzetmeye çalışıyorum, bir filiz çıkarıyorum yüreğimden senden kalan, kökleri hala içimde,yalnız düşlerde okşamaya alıştım seni nasılsa , ruhum da beliren adın , silinmeyecek asla.
-
-
O esip savurmalar dindi , her dalda kırkar çiçek taşıyan arzular duruldu,hayatın kaş diye yüzümüze çattığı iki yakası bir araya gelmez köprü,saklı nehrin sesiyle titredi ve içimizden söylendik; dünya , benimde vardı sere serpe aktığım bir rüzgar, kendimi gölgelere bırakıp , yağmurlarla bölünüp, birer elif gibi ilk cüzü çözüşümüz de vardı. Dünyaya ilişipte biraz kıyısından bakıyorum şuan,gizli saklı.
-
-
-
Gözlerimin pusunu günahlarımın durulandığı bedeninde arıyorum, sakın dokunma, benliğim orada kalsın,halbuki ödünç almıştım sensizlikle tutuşmayan bir dünyanın düşünü,sana söyleyemeyip yuttum sandığım tüm kelimeler boğazımda ve artık gülmeyi yitirmiş çocukların gözüyle güneşsiz gölgelere sığınıyorum..
-
Rutubet kokan sevdalar taşıyor yüreğim, küflü bir odanın yalnızlığında, kaybolmuşluğun verdiği sensizlik , moloz yığınlarının arasında kan kırmızı bir koku olarak beliriyor sanki bedenimde, ruhuma zincirlenmiş olan kalbin, ıslak bir rüzgarın gölgesinde kayboluyor adeta,şunu unutuyorum, hayalin müebbet yemişti aklımda…
-
Düşsel bir uğultudan doğan ayrılık sözleri , inkar edercesine hatırlanılmış yavaş ve feci bir geçmiş.Adam şunu diyor; Yağmurda ıslanmış saçlarını sallarken , kalbi kırık bir şekilde üzerime kapanmış olsan bile,aldırmamalıyım. Huzur bulmam için , yağmur dalları eğdiğinde,yapraklı ağaçların ki gibi bir huzur bulmalıyım ve senin şimdi olduğundan , daha sessiz ve acımasız olmalıyım …
-
-
Şuan bir mum ışığının minicik gölgesinde en seviğin şarkılara atıfla kalemimi oynatıyorum.İşte böyle… Vazgeçemediğin gibi , aslında vazgeçilebilir gibi değil..Tüm günahlarına sırt dönmüşçesine vazgeçmek olmadığını biliyorsun bu hazin durağanlığının .Hep duydun, gördün, hep hissettin..Kendini kandırma. Aşk var mı diyorsun , yok böyle birşey.
-
-
-
-
-
-
Sözcükler yıkar gider cümleleri.Gülün solmuşluğuna denk gelir düşteki rüyalar.Buz olup kesilmelidir belki yürekler.Suda hüzünlü bir yaprak gibi belirecek olan bedenler,rüzgarda kurumuş olanlarını dağıtacaklar ve uyanmış olanlarını da.Kanma o yapraklara bil ki seninde ömründen düşüp özletecek kendini bir dala.
-
-
Gözümüzün görmeye cesaret edemediği sürrealist bir akılcılıktır sadelik.Umudun hep var olduğu gerçek yaşam kısaltmasıdır.Beraberinde götürdükleri ve getirdikleri…Yaşama olgusunu minimize edip göz kapaklarının yarıya inmesini yaşamak gibi bir derinliktir,kelimeleri doğru harflerle kullanmaktır belki de küçük küçük..
-
Kızına pembe bir tebessümle bakan bir baba,neyi kazandığını veya kaybettiğini düşünmeden kendini harikalar diyarında görmeden,ağlamaklı bakışlarla seyrediyor martı uçurumlu denizi.Gecenin yoksun ışıkları indiriyor babanın başını yere..Kızı nerede? Soruyor kızını baba…uçulmaz şelalesinde buluyor kızını.Akmak istiyorum diyor kız boşvermişcesine ve ömrünün en kısa uçuşunu şelaleye yapıyor kızı… Bir insan doğar , ama bir su köpüğünden kaç kişi doğar…
-
-
İnsan hayalini yitirmediği sürece insandır.Hayal gerçek olduğumuzu düşündüren bu yaşamın yegane olgusudur.Hayalleri için yaşayan insanlar ve hayalini yitirdiği için küsen insanlar…Kurduğunuz hayal ne kadar gerçek dışı ise o kadar insansınızdır.Gerçeklik ve hayallerin tanımı bu dünyada kaç kişi yaşıyor ise o kadardır.
-
-
-
Yaşamak akan zamanı değiştirebilmektir belki de.İnsanların çoğu hayatın tam anlamını kabul edemedikleri gerçekliğiyle yaşarlar ve yaşamı kendi varlıklarına bağlarlar.Yönlendirilebilir bir hayat olgusu olmadıkça içimizde, sadece soluk alışverişimizle ilgileniriz ve başkalarının hayatını zaman içinde kendimizde bulur ve yaşarız..
-
Bir yanılsama değildir rüzgar,hissedebildiğin kendinsen rüzgarın içinde kaybolmaktır belki içinden geçen.Küçük dokunuşlarla yön verilir rüzgara,esintiye aynı halı dokur gibi.Gözle göremeyeceğin ama dokunduğunu hissedeceğin çok şey vardır bu havasını soluduğun dünyada.Amacın iyi huylu bir rüzgar gibi,gözle görülmeyen ama seni etkileyecek kadar iz bırakan bir değere yön vermek olmalı, aklından geçen nida sözcükleriyle..
-
-
Gözünde bir ışık var adamın, düz bir gülüşüyle karşındakine de tebessüm ettirebilen bir adam..Hayali var adamın belki kendinin bile bilemediği.Yol dediler adama yaparım dedi yüce gönüllü adam..Sevdiklerinden ayrı kalmak pahasına onların umudu olmak için.Sessizliğin derininde gerçekliği yaşayan adam, yaptı çoktan çizmiş olduğu yolla birlikte o insanlara yolunu.Ruhunda her daim beslediği gururuyla yaptı yolunu adam..Yol umut demek, herşey belki de,işte o yolu kullanacaklara herşeyini verdi adam.
-
Derinlerde mi yaşıyorsunuz hayatı? Umutlarınız bir umut daha mı var diyor..İçinizden gelen en derin duyguları tekrarlayın.Sonsuzluğun var oluş biçiminde bitmeyin sakın..Kafanızı iki yana sallama zamanı değil diyor birileri..Hey sen senin umudun vardı ya o bende diye beliriyorsa biri kafanızın bir ucunda onu çıkarın.Gözlerinizi kapayın ve en değerli varlığınızı düşünün.Çıkarın onu, umudunuza hapsedilmeyin, benliğinize ve kendinize..Evet siz, derin bir umut var içinizde onuru için yaşayan ,varlığınızın sebebini düşünün ve neye inanıyorsanız ona dua edin..Umut var olmaktır.
-
Dayanılmaz bir hafifliğin süre gelmiş gerçekliğiyle umut ışığına dönüşmesini bekleyen ikinci evre bir resim çizimi gibi yaşıyoruz belki hayatı..Hayatı belki bir lalenin tomurcuklarında bekliyoruz.Her an mevsimsiz açabilecek umuduyla..Bu bir umut, olmayacak bir umudun peşinden gitmek kelebek kovalamaya benzer..Ne desem kelebeklerin ömrü mü desem yoksa içinizdeki umudun sınırsızlığı mı desem..Gözümüz kalbimize küçük bir ışık gönderdiğinde o umut oluşmuştur aslında..İnancımızın kudreti varlık izin verdiğinde ise oluşturulabilmiştir umut.
-
-
Gördüğünüz,düşündüğünüz,hayalini kurduğunuz,umut ettiğiniz herşeyi gözünüzün öbür ucunda tabloya dönüştürebilirsiniz, o orada olabilir, gizli kal demişsinizdir belki rüyalarınıza.Bir tabloda görebileceğiniz tüm sürrealistlikleri gözünüzün öbür ucunda var edebilirsiniz..ve tabloyu ters çevirdiğinizde o sizin aynanızdır görebileceğiniz kadar..Hayata bir de o tablonun aynasından bakabilirsiniz..Tabi ki görebileceğiniz kadar.
-
Bir umut belirleyin kendinizde en derininden ve hala umudum var deyip kör karanlıklardan alın umudunuzu.İçinize atmayın sadece bedeninizde var olsun umutlarınız.Düşündükleriniz zaten sizin umduklarınız.Hayallerinize bile ulaşacağından emin olamadığınız umutlarınız olsun..Bırakın hayalleriniz umudunu bulsun.Siz de gördüklerinizi değil içinizden geçenleri yaşayın en derininde…
-
























































